BİR YAZAR, köy hayatını ve çiftçilerin günlük yaşantılarını konu alan bir roman yazmak üzere, şehirden ayrılıp bir kasabaya yerleşti. Kaldığı otel odasından her sabah çıkar ve gün batana kadar kasabayı, çiftlik evlerini dolaşır, tarlalarda çalışan köylüleri seyrederdi.
Uzun zamandır kafasında planladığı romanın ana karakterlerinden biri hayli tembel bir adam olacaktı. Bu kasaba, kırık dökük çiftlik evleri, sıska erkekleri ve solgun kadınlarıyla tıpkı hayalindeki gibiydi. Böyle bir yerde mutlaka o tembel adamlardan biri yaşıyor olmalı diye düşünüyordu.
Bir sabah yine o mutad gezintilerinden birine çıktığında, boyaları solmuş bir kulübenin yanıbaşındaki patates tarlasında çalışan kadınlı erkekli kalabalığı gördü. Tarlanın hemen kıyısında da, bir sandalyeye oturmuş, ayağında yamalı pantolon bulunan bir ihtiyar durmaktaydı. Yazar “İşte,” diye düşündü, “tam aradığım tembel tipi!” Diğer çalışanların aksine, oturduğu iskemleden eğilerek tarlayı kazıyordu adam. Tabiî, bu halde ne kadar yapabiliyorsa!
Adamla ilgili bir dizi sahne hayalinde canlanan yazar, otel odasına dönüp daktilosunun başına oturmak için sabırsızlanıyordu. Otele giden yol kulübenin öbür tarafından geçtiği için de, yürüdükçe manzarayı başka başka açılardan seyretme imkânı bulmuştu.
Bir süre sonra gördüğü tablo karşısında donup kaldı. Az önceki tembellik timsali adam, gözünde birden cesaret ve çalışkanlık timsaline dönüşüvermişti. Çünkü, yazarın bu noktadan baktığında ideal tembel adamla ilgili olarak görebildiği, sandalyeye dayanmış bir çift kol değneği ve yere sarkan boş pantolon paçalarıydı.
(Marjorie Spiller)